Marka yüzü olmak!

Ünlülerin yüzlerini korumaları itibar yönetimi mi?

Ürün tanıtımı için ünlü kullanımı oldukça yaygın durumda. Sizin oluyor mu bilmiyorum, ama benim bazen başım dönüyor, ürünü anlatan ünlü yüzden ve uzmandan.

Ünlü yüzler ve markaları bir düşünün bakalım, hangilerini hatırlıyorsunuz… Seda Sayan ‘Pepsi’, Mehmet Ali Alabora ‘İş Bankası’, Beyazıt Öztürk ‘Denizbank’, Hülya Avşar “Molped ve Pepsi” Kıvanç Tatlıtuğ ‘Mavi’ hatta ‘Yedigün’ hatta “Magnum”, Beren Saat ‘Rexona’, Bülent Ersoy’Pepsi’, Hazal Kaya ‘Beymen Club’ Tülin Şahin “Nesfit” liste böyle uzar gider…

Diğer yandan bir de uzman doktorlarımız var. Sağlık iletişiminde sıklıkla destek alınan, ürünlerin özelliklerini anlatan, suyu savunan, vitaminin kullanımını destekleyen uzmanlar. Bir de bütün jinglelerde dinlediğimiz sesler var. Her marka için aynı müziği dinlemek marka algısında karışıklık yaratıyor.Marka yüzleri nasıl seçiliyor

Marka yüzleri; belirli dönemlerde, bir markanın hatta bazen iki markanın birden, belirli bir periyotta, ürün lansmanında, ya da yeni bir pazarlama stratejisinde rol alan kişiler. Ürüne  dikkat çekmek, ilgi yaratmak, satışı artırmak için markalar tarafından ya tüketicinin güven duyacağı kişilerden seçiliyor ya da o dönemde kendi farkındalıklarını arttıran ünlüler arasından. Marka elçileri, temsil ettiği markayı aynı zamanda duruşuna ve hayat tarzına adapte edebilen kişiler olmalı.

TheBrandAge dergisi yazarı Martin Roll, ünlü kullanımını modellere ayırmış. ‘Çekiciliğe dayanan model’ olarak belirtilen,  ünlü kişinin fiziksel özellikleri, hayat tarzıyla markanın akılda kalıcılığının artacağını söylüyor Martin Roll. ‘Güvene dayalı model’de eğer kişi tanıtacağı üründe bir uzmanlığa ve güvenilirliğe sahipse bu tarz modelin başarılı olacağı görüşü var. ‘Anlama dayalı model’de direkt ünlüyle ürün buluşuyor. Ünlü kişi hedef kitlenin gittiği yere önceden gidip ‘süper tüketici’ rolünü üstleniyor.’ Yani bizden önce ürün denenmiş.

Tüketicinin algısı çok önemli

Markalar ürünleri için ünlü yüzleri tercih etmekte haklılar, çünkü biliyoruz ki, ünlü yüzlerin yer aldığı kampanyalar satışları genellikle çok artırıyor. Yani ticari açıdan güzel bir yol.  Ancak ya tercihlerde seçicilik ve algı…

Düşünün ki, bir ünlü altı ay arayla iki farklı ürünün tanıtımını üstleniyor. Altı ay süre uzun düşünülebilir, ancak, bir de tüketici açısından baktığınızda kafalar ve algı karışıyor. Bir bakıyorsunuz bir ünlü karşınıza bir markayla geliyor ama siz onu hala önceki markayla algılıyorsunuz.

Ünlüler için de bunun başka bir versiyonu var. Tabi sadece ünlü yüzler demeyelim, ürüne destek olan doktorlar, diyetisyenler, deprem danışmanları vs. uzmanları da aynı kategoride değerlendirmeliyiz. Ürünü destekleyen görüşleri için bütün ünlüler ve uzmanlar bu desteği bir mali tutar karşılığında veriyorlar. İşin mali boyutu devreye girdiğinde verecekleri desteklerde çok daha farklı bir yaklaşım gösteriyorlar ve tercihlerinde kendi yüzlerini yıpratıyorlar. Aynı anda hem içecek hem bel ağrısı için materyal yüzü olmak, jinekolog iken diş sağlığı ile ilgili ürünlerde yer almak, diyet uğruna bitkisel diye destek ürünlerini desteklemek ilk akla gelenler.

Elbette gelir üretmek her boyutuyla güzel. Ama tüketicinin algısı çok farklı. İzlerken siz de içinizden “E ama yeter artık” demiyor musunuz? Gazetede, televizyonda, reklamda, programlarda, tanıtımlarda aynı yüzler…

Diğer yandan bir de çok yönlü kişiler var. Hem gıda, hem moda, hem kozmetik, hem sağlık konusunda uzmanlıklar olunca, her kategoriden bir üründe yer almak çok daha yıpratıcı…

Bir de işi projelendirenler var ki, yani bir yüz ünlü olunca, bütün ürünlerin temsilcisi o yüz olmalı, tüketici o yüzü tercih ediyor, satışlar o yüzle artar vs. kriterlerle aynı ünlüler etrafından dönen bir halka oluşuyor.

Marka dinamik olmak ister

Karlılığı değil Markanızı düşünün: Ciro kaybetmek, iyi bilinirliğin değerinin yanında hiçbir şey. Gelirden önce markanızı düşünün.

Ünlü yüzler ve uzmanlar için, kendi uzmanlıklarının dışında gelir üretmek güzel. Ancak kendi ünlerinin ve bu ünün gereklerini de düşünmeleri gerekiyor. Her gelen davete peki demek, her ürünü kabul etmek, her kanalda yer almak çok da doğru olmasa gerek. Elbette ekonomik açıdan fazlasıyla rahatlatıcı, ama kendi ünleri için rahatsız edici olmalı.

İşte bu noktada itibar devreye giriyor. Bireysel itibar hayatın temel taşı, hayat itibar üzerine yürüyor. Fazla hırsla itibara zarar vermemek hayattaki duruşlardan biri olmalı.

Kişisel Markamızı nasıl koruyacağız?

İyi gözlemleyin ve hızlı hareket edin: Sorun yaşamamak için araştırmalardan destek alın, tüketiciyi iyi dinleyin ve senaryo planlaması yaparak cevabınızı hızlandırın. Hukuki olarak neyin yapılıp neyin yapılmayacağını öğrenin.

Karlılığı değil ününüzü düşünün: Gelir kaybetmek, iyi bilinirliğin değerinin yanında hiçbir şey. Geliri değil kişisel markanızı düşünün.

Seslerin yankısını dinleyin: Durun ve bu tercihlerinizin başka bir ülkede nasıl bir düşünce oluşturduğunu düşünün.

Ekibinizle konuşun: Ekibiniz, çok daha fazla markanızı ve sizi korur. Global pazarlarda, ne olduğunu bilmelerine izin verin, doğru bilgi akışını sağlayın ve güncel tutun.

Tüketicilerinizi dinleyin : Tüketicileriniz, sizin ününüzü yaşatacak kitledir. Açık ve dürüst davranarak güvenlerini kaybetmemeye çalışın.

Her birey öncelikle kişisel markasını ve itibarını yönetmelidir. Kişisel markasını yönetemeyen birey, taşıyacağı ürüne ve markaya da değer katamaz, yönetmekte elbette zorlanır. Kuruluşlar yöneticilerin itibarıyla değer kazanırlar.

İster kişisel ister kurumsal marka olsun, markaya gereken önem verilmezse, çok daha üzücü durumlarla karşılaşabilirsiniz.

Ancak işin sırrı, açık, doğru, gerçek ve inandırıcı vaad ve bilgilerle markayı yönetmekte. Aksi takdirde başarısız bir yönetim ve başarısız bir yöneticilik gündeme gelir.

Kendinize haksızlık etmeyin, kendinizi önemseyin, kendi markanızı ve kuruluş markanızı yönetmeye özen gösterin.

Bol şanslar…

Bir cevap yazın