Trafikte geçen yaşam
Hemen hemen yirmi yıldır araba kullanıyorum. Hem de her gün ve ciddi bir zaman diliminde…
Günlük yaşam içinde minimum 2 saatim sabah ve akşam trafiği içinde işime ve evime ulaşımla geçiyor. Bu süreç içinde en büyük dostum radyo ve müzik dinlemek. Özellikle sabahları güncel haberleri ve yorumları işe ulaşmadan almak, güne hazırlıyor.
Tabii eğer huzur içinde, saygılı bir trafik ortamında, saygılı kişilerin arasında bir yolculuk yapmışsak çok şanslı bir gündeyiz demektir. Ama İstanbul’da bu durum güzel bir hayal gibi… Gece yarısı bile olsa ciddi bir trafiğin yaşandığı çok güzel bir ilimiz var.
Adeta araç kullananların, birbirlerinin sınırlarına girmek için çalıştıkları, önceliğin kendilerinde olması için yarıştıkları, emniyet şeridinden gitmeyi normal görenlerin, trafik tacizini görev edinenlerin bulunduğı veya trafiğin akışına engel olan şoförlerin yer aldığı bir trafik içinde güne başlıyoruz. Bir de bakarsınız, tek yönlü otobanda, selektörlerini yakarak size doğru gelen arabalar oluyor. Bu davranışı o güne özel zannediyorsanız yanılıyorsunuz, çünkü o artık her gün karşılaşılan, başkalarına örnek teşkil eden davranışlara dönüşüyor.
Geçen yıl iş seyahati nedeniyle bulunduğum Kahire’deki trafik beni şaşırttı. Hindistan veya Pakistan’ı aratmayacak şekilde… Üç şeritlik yolda beş sıra arabanın yer alması, bütün arabaların birbirine çarpacak hissini vererek yolda gitmesi ve bütün şoförlerin yüksek sesle konuşmaları ve sürekli kornaya basılması sonucu oluşan gürültü kirliliği, yayaların karşıdan karşıya geçmedeki zorluğu adeta İstanbul trafiğine şükretmemi sağladı.
Diğer yandan Stockholm’deki trafikte araçlara yeşil yanarken, yayanın geçme isteğini görerek durmaları ve yayaya yol verdiklerini görmek de “bizde de böyle olsa” özlemimizi açığa çıkardı.
Trafikte özlediğimiz ortamı yaratmak, bizim yasalara ve kurallara uyumumuzla ve bireysel sınırlarımızı bilmek ve paylaşımcı ortamda saygı göstermemizle doğru orantılı. Bunun için de hepimiz önderlik ederek çalışmalıyız.